Adalet, insanlık tarihi boyunca en çok tartışılan ve hiçbir zaman üzerinde herkesin birleştiği tarifi olmayan bir kavram olarak bireysel ve toplumsal hayat içinde yerini almış ve her zaman almaya devam edecektir. Sözlük anlamı olarak adaleti insaflı ve doğru olmak, doğru davranmak, zulmetmemek, eşit olmak, eşit tutmak, her şeye hakkını vermek, düzeltmek, mutedil olmak, her şeyi yerli yerinde yapmak, istikamet ve hakkaniyet olarak anlamlandırabiliriz.
Adalet bazen hakka uygunluk, haklı ile haksızın ayırt edilmesi olarak, bazen de herkese hakkı olanın verilmesi olarak tasavvur edilir. İnsanların yaşadıkları toplumların örf ve adetleri, dini inançları adalet kavramı üzerinde derin tesir eden olgular olarak karşımıza çıkar. İşte bu yüzdendir ki adaletin herkes tarafından kabul gören tek bir tarifini yapmak mümkün görülmemektedir. Adalet esasen toplum hayatının vaz geçilmez unsurudur. İnsanlar arasındaki adalet duygusunu geliştirecek ve tesis edecek mekanizma devlettir. Devletten beklenen ise adaleti eşitlik ve ölçülülük içerisinde dağıtmasıdır.
Burada devlete düşen çok önemli bir kavram daha vardır. Hakkaniyet.
Devletin adaleti sadece eşitlik ve ölçülülük üzerinden tesise yönelmesi, yerine göre hakkaniyeti gözardı etmesi adaletin noksan tecellisi olarak ortaya çıkar. Zaman zaman adalet ile hukuk birbirine örtüştürülür. Esasen hukuk düzeni ile adalet her zaman örtüşmez. Öyle bir an gelir ki hukukun uygulanması adaleti sağlamaz. Örneğin herkesten gelirine orantılı vergi alınması adaletli bir uygulamadır. Ancak kişinin gelir durumuna bakılmaksızın tüketti¬ği herhangi bir maldan alınan vergi adaletsiz sayılabilir. Çünkü bu vergi karşısında herkes eşit sayıldığı için zengin ile yoksul eşit oranda vergi ödemiş olur.
Adaleti toplum hayatı içerisinde etkinleştiren ve kurduğu mekanizmalar sayesinde tesis eden en üst kurum Devlettir. Devlet bu işlevini her bir birey adına yerine getirir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de demokratik bir hukuk devleti olarak Anayasası, Kurum ve Kuruluşlarıyla adaleti tesis etme faaliyetlerini milleti adına yürütmektedir. Gerek Anayasası, gerek imza ettiği Uluslararası sözleşmeler ve gerekse iç hukuk kurallarıyla çağdaş bir adalet düzeni oluşturma gayreti göstermiştir.
Ancak mevzuatın son derece üst seviyelerde olmasına karşılık, uygulayıcılarının mevzuatı içselleştirememesinden kaynaklandığını düşündüğüm hatalı uygulamaları nedeniyle adalet kavramının gerek içeride gerekse dışarıda önemli şekilde tartışılmasının yolunu açmıştır. Hukukun evrensel ilke ve esasları bellidir. Bu ilke ve esaslar çeşitli şekillerde hukuk düzenimize dahil olmuş ise de yaşanan kısır siyasi çekişmeler sonucu toplumun adalete olan güvenini sarsan gelişmeler rahatsız edici boyutlar kazanmıştır.
Ülkemizde her yıl Eylül ayının ilk mesai günü yeni adli yılın başlangıcı olarak kabul edilir, adli sorunların konuşulduğu ve adalet mekanizması içerisinde yer alan kurum ve kuruluş temsilcilerini bir araya getiren genelde Yargıtay nezdinde üst düzey toplantı yapılır. Son yıllarda bu toplantıların amaca uygun yapılmasını gölgeleyen uygulamalarla karşı karşıya kalınmıştır. Özellikle yargının savunma ayağını oluşturan avukatları temsilen Türkiye Barolar Birliği'ne karşı takınılan tavır üzüntü verici olmuştur. Savunma mesleğinin adaletin tesisinde aldığı rolün mahiyeti iyi değerlendirilmelidir. Savcı iddia makamıdır.
Soruşturur ve suçlar.
Hakim yargılamayı yapar ve karar verir. Savunma makamının temsilcisi avukat ise savunur. Yargının kurucu, birbirine eşit bu üç unsurundan yargılamada vatandaşı temsil eden avukattır. Yani savunmadır. Ama ne yazık ki kağıt üzerinde var olan bu eşitlik uygulamada gerekli karşılığı bulmamaktadır. En azından Adli yıl açılış toplantısına ya davet edilmemekte ya da söz hakkı verilmemektedir. Bizzat sahada görev yapanların düşünce, öneri ve eleştirilerinin dikkate alınmaması aslında temsil ettikleri vatandaşın gözardı edilmesi anlamını taşımaktadır
Böyle bir uygulamadan çıkacak sonuç ya adaletsizlik veya topal adalettir.
Unutulmamalı ki ADALET herkese lazım.
Av. Hikmet Ömeroğlu