Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 101. yılını Türk milleti olarak kutluyoruz. Bu vesileyle, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, silah arkadaşlarını, gazilerimizi ve şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Cumhuriyetimizin 100. yılını büyük umutlarla kutlamak için heyecanla beklediğimiz sırada yaşanan deprem felaketi, maalesef bu hevesimizi gerçekleştirmemize engel oldu. Bu yıl da başta ekonomik problemler ve buna bağlı siyasi gelişmeler nedeniyle, Cumhuriyet kutlamalarını layıkıyla gerçekleştirdiğimiz söylenemez.

Esasen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerleri ve kurucu felsefesi, hiçbir dönem olmadığı kadar aşındırılmakta; devletin ve milletin varoluşunun yegâne temeli olan T.C. Anayasası’nın ilk dört maddesi, yeni anayasa iddiasıyla tartışmaya açılmakta ve devletin, milletin bölünmez bütünlüğü adeta sabote edilmektedir. Bu durum, çeşitli şekillerde TBMM çatısı altına yerleştirilmiş bazı mahfiller eliyle kamuoyunda dillendirilmekte, Türk milletinin refleksi ölçülerek, gösterilecek tepkinin şiddetine göre tavır geliştirilmektedir.

Yine Cumhuriyet'in ve üniter devletin uyanık bekçilerinden olan bazı kurumlar, çeşitli şekillerde bir nevi dizayn edilerek etkinlikleri nötralize edilmekte ve Türk milletine biçilen yeni modelin altyapısı hazırlanmaktadır. Bu kurumlardan birisi de geçmişinde gerçekleştirdiği şanlı hukuk mücadelesi ile Cumhuriyet’in, demokrasinin ve hukuk devletinin yılmaz savunucusu olan İstanbul Barosu’dur. 19-20 Ekim 2024 tarihlerinde İstanbul Barosu, Genel Kurulu’nu yaparak iki yıl süreyle görev yapacak kurullarını seçmiştir. Genel Kurul’un tercihine saygı duymak, demokrasiye olan inancın tartışmasız gereğidir. Ancak, daha seçim sonuçları açıklanmadan ilk konuşmasını yapan yeni başkan İbrahim Kaboğlu’nun T.C. Anayasası’nın 4. maddesine dokunulabileceği yönündeki açıklaması bizler için sürpriz olmamıştır. Bu açıklama, sadece bizler için değil, seçilmesine büyük katkılar sunan Cumhuriyet Halk Partisi, DEM Parti ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu için de sürpriz olmamıştır. Yeni açılım politikaları için böyle bir değişimin olmasının önemli olduğu tartışmasızdır.

Böyle bir sonucun ortaya çıkmasının tek sebebi bu sayılanlardan ibaret değildir. 22 yıldır İstanbul Barosu’nu yöneten düşüncenin deformasyona uğratılarak şahsi hırsların ön planda tutulması, dar kadro anlayışının hâkim olması, kibir ve koltuk sevdasının yarattığı anlamsız bölünmeler; sözüne itibar edilir zannedilen eski başkanlar ve kendisini kanaat önderi mertebesinde gören, olan biteni sessizce köşesinden izleyen zevat, bu sonucun başlıca aktörleri olmuştur.

Bu aşamada müsebbipleri vicdanlarıyla baş başa bırakıyor ve seçilen meslektaşlarımıza başarılar diliyorum. Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, 65.000 üyesiyle İstanbul Barosu mensubu adalet savaşçısı avukatlar, oluşturulmaya çalışılan Türk’süz ve Atatürk’süz yeni anayasa hayallerine karşı; Cumhuriyet’e, Cumhuriyet’in kurucu değerleri ve felsefesine, anayasanın ilk dört maddesine, hukuk devletine ve hukukun üstünlüğüne bütün güçleriyle sahip çıkmaya devam edecektir.

Av. Hikmet Ömeroğlu